1 Nisan 2011 Cuma

Asansör Cümlem...



Kariyeriniz İçin İpuçları
Genç girişimci, Networkingakademi kurucusu ve İş'te İnsan'nın köşe yazarı Ertuğrul Belen ile İstanbul'da ofisinde buluşup; başarı hikayesini, Networkingakademiyi, Asansör cümlesini konuştuk. Kariyer planlamamızı nasıl yapmamız gerekdiğine dair de küçük ipuçları aldık.

 Biz üniversite öğrencileri olarak başarılı insanları ve onların hikâyelerini çok severiz. Bulunduğunuz noktaya sizin gelmeniz nasıl oldu?
Ertuğrul Belen: Çocukluğumdan beri yüzücüydüm, hatta milli yüzücüydüm. O zamanlarda Galatasaray Kulübü’nde yüzüyordum. O dönemlerde Fransızca, Fransız eğitimi çok prosedürlü, disiplinli ve ezberci eğitim anlayışından uzak olduğu için liseyi Galatasaray Lisesi’nde okudum. Tabi ailem de bu konularda çok etkiliydi. Benim büyükbabam beş dil, babaannem yedi dil konuşuyordu ve ikisi de Fransız ekolündendi. Dolayısıyla her ikisi de çok iyi Fransızca biliyorlardı ve dolayısıyla Fransız Lisesi oldu. Yani networkümü o dönemlerde de iyi değerlendirmişimJ
Yönlendirme açısından şanslıymışsınız, bilinçli bir yönlendirme olmuş.
Ertuğrul Belen: Eh ben de çalıştım o kadar. Bu tamamen şans olamaz.
Üniversite eğitiminiz Amerika’da olmuş. O nasıl oldu peki?
Ertuğrul Belen: Lisenin son senesinde İngilizceyi toparlayayım diye Amerika’ya değişim programına gittim. Galatasaray Lisesi’nin Fransızca eğitimi çok iyi bununla birlikte ikinci lisan verilirken hangi okul olursa olsun aynı etki diğer dil için olamıyor. Fransızcayı haftada otuz saat alıyorsanız, İngilizceyi iki saat görüyorsunuz. Hepimiz biliyoruz ki pratik olmayınca bu iş olmuyor. Tam o dönemde milli takımda gençlik olimpiyatlarına hazırlanıyordum ve dizimden küçük bir operasyon geçirdim. Dolayısıyla istediğim gibi bir sonuç olmadı ve moral bozukluğu oldu. O noktada ailem değişim programına sıcak baktı. Hem kafasını biraz dağıtır hem de Rotary değişim programıyla gittiğim için aklımız da kalmaz düşüncesi oldu. Amerika deyince aklınıza New York gelir, Miami gelir, Los Angeles gelir. Böyle düşünürken Wisconsin’i çıktı. Kuzeyde sekiz ay kış, kırk elli santimetre kar olan bir yer. Ama tabi o dönem birkaç uğraşa ihtiyacım vardı. Çünkü milli takımda yüzmek, gençlik olimpiyatları en çok istediğim şeydi. O olmayınca çok büyük bir başarısızlık duygusuna kapıldım. Bu da bir fırsat oldu benim için. Gittiğimde bir tane bile Türk yoktu orada. Başlangıç için büyük bir avantajdı. Çünkü nasıl insan networking’te tanıdık arıyorsa bende de o algı vardı. Üç ay içinde İngilizcemi toparladım. Bir de Rotary bu konularda muntazam çalışıyordu. Mesela ailenize haftada sadece bir kere telefon edebiliyordunuz. Rotaryan ailenin yanında kaldığınız için buna çok dikkat ediyorlardı. Tabi bir de yıl 1995 cep telefonu, e-mail falan yokJ Bir anda baktım ki ben paralel mezuniyet yapabilirim diye düşündüm. Yüzmemeye ant içmiştim ama yapacak hiçbir şey olmadığı için orada yüzmeyi tekrar çok sevdim. İnsanlar bir hırsa kapılmadan yüzüyor orada. Siz bir şeyi severek, tutkuyla yapıyorsanız insanlar sonuna kadar sizi destekliyor. Tekrardan yüzmeye başlayınca kendimi toparladım ve burs aldım Amerika’da kaldım. Bildiğim yerde kalmak istedim ve “University of Wisconsin” e devam ettim. Radyo, televizyon, film okumak istiyordum ama ailem hayır dedi. Özellikle Annem; “Sen orada ne yapacaksın? Türkiye’de MTV mi olacaksın?” dedi. Tabi bu arada MTV de Türkiye’de açıldıJ Ama tabi aileyi eleştirmemek lazım, çok isteseydim bu işi takip ederdim yapardım. Dolayısıyla bilgisayar mühendisliği kafamın bastığı bir şeydi. Yeniydi, anlıyordum. Ama programlamacı olmak istemediğimi de biliyordum. İletişimi seviyorum ve orta yol da işletmeydi. Ama orada rakamlar ağır bastığı için ekonomiye döndü. Üniversite’deyken şöyle bir detay vardı. Üçüncü sınıfta gerek Türkiye’de gerekse Amerika’da staj yapmam gerekiyordu.
Bu, okulunuzun zorunlu koşulu muydu?
Ertuğrul Belen: Hayır. O zamanlar bizim için hiçbir zorunluluk koşulu yoktu. Ama ben kendim için bunu yapmak istedim. Sonuçta Türkiye’ye döneceksem eğer o kadar yabancı eğitim aldım, bir şeyler yapmış olmam gerekiyordu. Wisconsin her şeyin göbeğindeydi ama çok fazla dünya markası yoktu. Ben de nasıl başka bir yerde staj yapabilirim diye düşündüm ve hep tıkandığım yerde en basite, basit düşünmeye geri döndüm ve fark ettim ki her sene Amerika’nın en iyi yüz firması listelerde açıklanıyor. Ben de dedim ki “Neden en iyi yerlerden birinde yapmıyorum stajı mı?” ve en iyi kırk firmayı seçtim. O zamanlar Yahoo’da araştırarak şirketlerin insan kaynaklarına ulaştım. İnsan kaynaklarına ulaşamadığım zaman farklı departmanlarına ulaştım çünkü biliyordum ki onlar ilgili departmana yönlendireceklerdi. O dönem Amerika’nın en iyileri olan General Motors, Microsoft, Merrill Lynch gibi firmalardan cevaplar geldi. Ben de General Motors’a gitmeyi seçtim. Ama tabi öncesinde şunu da yaptım; mektup yazarken şuana kadar ne yaptıysam yazdım. Örneğin; yüzme kariyerimi yazdım, derslerde aldığım bilgiyi firmalarında nasıl uygulayabileceğimi yazdım.
 Mesela yüzme kariyerinizi nasıl anlattınız?
Ertuğrul Belen: Net ve sade cümlelerle milli takımın bireyi olduğumu, takımdaki deneyimimi ve bir ekip olarak yarışmayı anlattım. Hem bireysel başarıyı hem de bayrak yarışlarında koordinasyon sağlama bilgilerimi staj sırasında oluşacak olan ekipte kullanabileceğime inanıyorum dedim. İş deneyimim yoktu ama örneğin mikro ekonomi dersinde gördüğüm bir konuyu sizin firmanızdaki süreçlerde uygulayabileceğimi yazdım. Staj süresince geceli gündüzlü çalıştım. Mesela hiç sorumluluğum olmayan bir alanda saat altıda işim bittiğinde nasıl destek olabilirim dedim. Bu sayede birçok projede bulundum. Bir sonraki sene de beni işe çağırdılar, çalışmaya başladım. Bu arada Networking’e bağlayan konu da şu şekilde gelişti; Beyaz sarayda çalışan bir ekonomi profesörüm vardı. Ben de ekonomi kulübüne girmiştim. O zaman sosyalliğimden yola çıkarak hocam bana “Al bu ekonomi kulübünü bambaşka bir noktaya getir, sayısını arttır” dedi. İşte orada Networking nedir onu anlamaya başladım. Networking için stratejik düşünmem o kulüpteyken hocam sayesinde oldu. Sonra ben de deli gibi bu konuyu okuyup araştırmaya başladım. General Motors’da da beş sene, Wall Street’te risk yönetimi, nakit yönetimi konularında çalıştım. On sene olmuştu General Motors bittiğinde. Sonra da dönmeye karar verdim.
Neden Amerika’da kalmayı istemediniz?

Ertuğrul Belen: On atlı, on yedi yaşında, Amerika’ya gitmiştim ve yirmi yedi yaşındaydım. Kendi kendime şunu sordum; “Bir on sene daha kalsam otuz yedi yaşında olacaktım ve annemle, babamla, kardeşimle bu geçirmediğim yıllar için pişmanlık duyacak mıyım, duymayacak mıyım?” Cevabı çok net pişmanlık duyacak olmamdı. O noktada da bilgi bendeyse her yerde başarılı olabileceğimi düşündüm. Birkaç yere başvuruda bulundum. Geri dönüş olmamıştı ve çok da pozisyon açığı vardı bankalarda. Bankacılık sektörünün patladığı dönemdi. Ben de Pricewaterhousecoopers’a katıldım. Firma birleşme ve satın alma sonrası performans iyileştirme diye yeni bir ekip kuruyorlardı. O ekibin ikinci üyesi olarak girdim ve ekip iki üç sene içinde daha da büyüdü. Tam Brüksel’ tayinim çıkmıştı ve o noktada aile firmamıza katılmaya karar verdim. Aile firmamız da Sihir Mobilya elli yıllık, İtalyan ortakları olan bir firmadır.
Özel sektörde başkalarının bünyesi altında çalışırken aile şirketine geçmek zor olmadı mı? Daha duygusal değil mi?
Ertuğrul Belen: Korkunç zor. Ben hep şunu anlatıyorum; bence dört türlü girişimcilik var: biri kurumsal girişimcilik. Orada yaptığınız işi iyileştirme. Diğeri Kamusal girişimciliktir. Yeni uygulamaları başarıyla hayata geçiriyorsanız, diğer insanların hayatını iyileştiriyorsanız bu da bir girişimciliktir. Üçüncüsü: aile girişimciliğidir. Firma istediği kadar kurumsal olsun, işin içinde aile varsa çok duygusaldır. Bir şeye kızıyorsunuz ve onu size dayınızın ya da teyzenizin yapmış olması daha çok gururunuza dokunuyor. Başka bir yerde olmasınız lanet olsun gideyim dersiniz ama burada öyle olmuyor. En büyük hata da yeni kuşaklar eski sistemi görüp değiştirmek istiyoruz. Aile firmalarında ilk önce yanlışıyla öğrenmek gerekiyor ve aileye destek olmak gerekiyor. Yani ilk önce mevcudu öğrenip sonra değiştirebiliyorsan aile ile birlikte değiştir. Benim de her şey kolay olmadı ama tabi oturdu artık. Ben üniversitede öğrendiğim Networking kavramını hayatım boyunca yapmaya devam ettim. Orada da gerek üniversitede gerek New York’tayken hep “Speed Networking”, hızlı tanışma seanslarına katıldım ve düzenledim. Kısa zamanda nasıl herkes birbirini tanır ve merhaba der, akşamında kalıp daha uzun sohbet etme imkânı olur. Bunların hep çok güzel geri dönüşleri oldu kariyerimde. Sonrasında da hep insanlar “Bunlar çok güzel çalışmalar neden kitap yazmıyorsun ki?” dediler. Ben de sonunda yazıya dönüştürmeye karar verdim. İçinde Network geçen ne varsa bunu araştırdım. Sonra bunu uygulamaya başladıkça daha iyi anladım ki en önemlisi bu “uygulama”.
Aslında birçoğumuz işin teori kısmını biliyoruz ama uygulamada zayıfız.
Ertuğrul Belen: Ya tabi, bu birçok kitapta yazıyor. Mesela ben de şuan kitap yazıyorum ve bence insan bir kitabı bilgi taşması olduğu zaman yazmalı. Artık konferans vb. yetişemiyorsa bunu daha büyük bir kitleye aktarmak için yazmalı. Uygulamadan başlayıp yazıya dönüşmesi çok daha mantıklıdır.

 Türkiye’de insanlar çok fazla tutkularının üstüne gidemiyor. Yani ‘aslında benim yapmak istediğim şey bu ama bunun bana maddi getirisi olmaz’ deyip üstüne gitmiyorlar. Tabi bu noktada çevresel faktörlerde devreye giriyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Ertuğrul Belen: Kabul ediyorum, biz emrivaki olarak üniversitenin bir bölümündeyiz. Özellikle networking çalışmasında “Asansör Cümlesi”ni anlatırken, şu örneği veriyorum; Mesela üniversitenin iletişim bölümündeyim ve kendimi kariyer gününde bir iş adamına tanıtırken “Merhaba, ben Ertuğrul iletişim bölümü üçüncü sınıf öğrencisiyim nokta” oysa benim beni heyecanlandıran bir hayalim var. Bu gerçek bir proje olmayabilir, düşündüğüm bir şey olması da yeterli. Diyelim ki “Ben uluslar arası üniversitelerin öğrencilerinin yönettiği bir uluslar arası radyo kanalı kurmak istiyorum.” Ben kendimi tanıtırken az önce söylediğim etiketleme yerine; misyonumla, hayal ettiğim projeyle tanıtmam lazım. “Ben Ertuğrul Belen, beni çok heyecanlandıran iki üç sene sonra uluslar arası networkte öğrenciler ile birlikte bir radyo kanalı kurmak için iletişim bölümünde okuyorum, üçüncü sınıf öğrencisiyim.” Demek çok daha farklı bir algı oluşturur. Yani o proje olmaya bilir ama içinde çok net şu mesaj var; bu adamın hayalleri var, bir yere ulaşmak istiyor, bir şeyler başarmak istiyor. Artı okuduğu bölümde sadece okumuş olmak için değil, bir şeyleri farklı yapmış olmak için okuyor. Bence hedeflerde böyle... Hedefler olmalı ve o hedefleri şekillendirebilmeliyiz. Etrafımızdaki kişilerin düşünceleri bizim hedeflerimiz olmamalı.
Ama birçok kişi daha ne yapmak istediğini bile bilmiyor.
Ertuğrul Belen: Bence sorgulamakta problem yok. Eleştirmek için söylemiyorum ama Türkiye’de yapı olarak biraz tez canlı ve agresifiz. Dolayısıyla birine geri bildirim yaparken onun hayatını değiştirebildiğimizi düşünmüyoruz. Bir öneri sunmadan, geri bildirim yapıyoruz. Bu çok büyük bir problem... Mesela diyelim ki siz iletişim sektörü istiyorsunuz ve ben de size diyorum ki “Sakın bunu yapma. İletişim sektörü çok kötü, herkes birbirinin arkasından bıçaklıyor. Çok zor, gece yarılarına kadar çalışılıyor.” Ben size böyle bir geri bildirim verdiğim zaman bu bir geri bildirim değil, bildirim. Üstüne üstlük çok kötü bir bildirim olur. Benim bunu yapmam için sektörü iyi bilmem lazım. Benim şöyle demem gerekiyor “Dikkat et, iletişim sektörü rekabetin çok fazla olduğu bir sektör ama bununla birlikte birçok firmanın içinde iş yapıp farklı sektörleri tanıma fırsatın da oluyor. Temposu yüksek bir alan, ilk üç sene yüksek bir tempoda çalışıp sektörle ilgili bilgi edinmek istiyorsan düşünebilirsin.” Bu ikisi arasında çok büyük fark var. Diğeri meslek bile değiştirtebilir. Dolayısıyla ben üniversitedeki arkadaşlara şunu öneriyorum; bir yerde fikir al, korkma ama fikrin kalitesini ölç. O fikir sadece negatif ise objektif bir fikir değildir, çok değerlendirme derim. Diğer taraftan artı eksileriyle dinlemek lazım… Bence sizler için en önemli konu; düşünceler alabilmek, geri bildirimler alabilmek. Siz kendinizi üniversitede böyle geliştiriyorsunuz. Bu yüzden geri bildirimlerin kalitesine çok dikkat edin.
 Peki “Business Networking Akademi”nin eğitimleri Türkiye’de ne kadar yaygın?
Ertuğrul Belen: Şuanda Networking Akademi’nin bütün eğitimleri aslında marka ortaklıklarıyla. Örnek vermek gerekirse; Global Girişimcilik haftası oldu. Türkiye’de ikincisi yapıldı. Business Networking Akademi; Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin çözüm ortağı olarak hafta içinde bütün Speed Networking aktivitesini gerçekleştirdi. E-tohum’da çok aktif şekilde etkili konuşmanın, asansör cümlesinin çalışmaları oldu. Şirketlere bu konuda danışmanlık yapıyoruz. Üniversitelerle, üniaktiviteyle çalışıyoruz. Önemli olan doğru zamanda, doğru yerde, doğru kişiye, doğru şeyleri söylemek…
Bunların hepsinin bir araya gelmesi çok zor değil mi? Hatta şu da var; doğru kişiyi yakaladığımızda panikten doğru cümleyi kurabilecek miyiz?
Ertuğrul Belen: Orda asansör cümlesi devreye girecek. Hepimizin daha önceden hazırlamış olduğumuz bir asansör cümlesi olacak.
Asansör cümlesini açıklar mısınız?
Ertuğrul Belen: On ikinci katta asansöre biniyorsun, onunca katta çok tanışmak istediğin biriyle karşılaşıyor tanışıyorsun ve lobiye inene kadar ne demelisin ki o konuşma lobide de devam etsin, bir kartvizit paylaşımı olsun ki bir sonraki toplantıda kendini hatırlatabilesin. Asansör cümlesi şunu demiyor; “Sen adamı asansörde yakala fikrini sat, kontratı imzala” yok böyle bir şeyJ En büyük ilişkiler bile sıcak ve samimi bir merhabayla, hoş sohbet ile başlıyor. İşte bunun da en kritik anı ilk bir dakikasıdır. Çünkü beynimizin etiketleme özelliği vardır; ilgileniyorum, ilgilenmiyorum diye. O ilgilenmiyorum etiketini yemeden önce bir dakikada bizim karşıdaki kişinin ilgisini çekebilecek bir şey söylememiz lazım ki bize soru sorsun. Soru sorsun ki o karşılıklı bir konuşmaya dönsün. Diğer türlü tek taraflı oluyor. Karşınızdaki kişiye söyleyecek çok şeyiniz olabilir ama seçmelisiniz. Çünkü biri bize “Ne işle uğraşıyorsun?” dediği zaman, aslında bizim ne işle uğraştığımız onun umurunda değil. Amacı ‘‘Ne işle uğraşıyorsun ki bunun bana faydası olabilir?’’ Her kişi için farklı bir asansör cümlesi oluşturmamız lazım. Otomatik olarak böyle düşündüğümüzde bu bir alışkanlığa dönüşüyor. Ayrıca kariyer günlerine ya da iş görüşmelerine gittiğinizde, sizler sorgulanmaya gidiyorsunuz. Oturuyorsunuz karşı karşıya sessizsiniz ve ilk sorunun gelmesi için ortam yarattınız. İlk soru geliyor; kaçıncı sınıftasınız? Cevap veriyorsunuz üçüncü sınıf, etiket bir… Peki, okulda aktif misiniz? Hangi alanlarla ilgileniyorsunuz? Cevap veriyorsunuz, etiket iki… Tabi zaten bunların hepsi Cv’nizde yazıyor. Bu bir sorgulama gibi oluyor, tek eksik olan tavandaki spot… Bu bir iş görüşmesi olmaz. Bizim yapmamız gereken bunu sohbet olarak görmemiz gerekiyor. Bunun için de toplantıya katılmadan önce kiminle görüşeceğimizi araştırıp, ona göre bir hazırlık yapmamız gerekiyor. Çok az öğrencinin kartviziti olduğunu görüyorum. Kartvizit kurumsal bir şey değildir, bir iletişim aracıdır. Sen bir öğrencisiysen ve ben seninle cep telefonu numaramı paylaşamam gibi bir şey yoksa bu da öyledir. Çok saçma bir algı bu. İş görmesi bittiği zaman; “Çok memnun oldum bende sizinle bilgi paylaşmak isterim” diyerek kartvizit paylaşması asil bir davranıştır.
Bakış açısının biraz değişmesi lazım sanırım.
Ertuğrul Belen: O kadar çok örneği var ki bunun. Mesela, yemeklerde yuvarlak masanın etrafına oturtulan on kişiden biri bile kalkıp bir tebessüm etmiyor ya da kısaca tanışalım mı diyerek kendisini tanıtmıyor. Ben bunu ukalalıktan ziyade, çekingenlik ve korku olarak görüyorum. Dolayısıyla bunu denemek lazım… Bunun küçük stratejileri var. Örneğin ilk önce solumuzdaki kişiyle konuşursunuz, o kişi büyük ihtimalle biriyle gelmiştir. Yanındaki kişiyle konuşurken siz de sağınızdaki kişiyle konuşursunuz ve sonra sandalyenizi hafif geri çekip, o iki kişiyi birbiriyle tanıştırırsınız ve bu zincirleme bütün masayla devam eder.
Sanırım biz biraz hazırcıyız.
Ertuğrul Belen: Evet kesinlikle. Örneğin; senin çevren olmayabilir ve ileride radyocu olmak istiyor olabilirsin. Peki, neden şu anda Türkiye’de ne kadar radyocu var? Diye google’a girip araştırmıyorsun? İsimlerini, geçmişlerini öğrenip, yaptıkları şeyler üzerine beklentin olmadan e-mail atmıyorsun? “Şu programınızda, konuğunuzla yaptığınız sohbet beni çok etkiledi, bende radyocu olmak istiyorum ve bunu örnek alacağım, çalışmalarınızda başarılar diliyorum.” Diye bir e-mail gönderebilirsin. Böyle küçük şeylerin o kadar çok etkisi var ki… Çabalamadan gelen başarıda şu detayı kaçırıyoruz; her zaman yükselmek mümkün değil, insan hayatının belli noktalarında mevcut durumunu da koruyabilmeli, kazandığını kaybetmemek de çok önemli. En tepeden başlarsanız, onu nasıl koruyacağınızı öğrenmeden o noktaya gelmiş olursunuz.
Peki, mezun olan bir öğrenciye hemen yüksek lisans yapmasını mı yoksa bir an önce işe başlamasını mı önerirsiniz?
Ertuğrul Belen: Aslında yuvarlak bir cevap vereceğim şu anda. Böyle kariyeri etkileyecek konular açık büfe gibi sunulmalı. Herkes kendi kariyeri için doğru yolu seçmeli. Çünkü Türkiye’de şunu çok gözlemliyorum; birincisi, askerlikten kaçmak için çok fazla yüksek lisans yapan var. İkincisi, iş bulamayıp yüksek lisans yapanlar. Bunun garantisi yok ki… Belki de yüksek lisanstan sonra da iş bulamayacak. Öyle ya da böyle çabalaması gereken süreç olacak. Eğer o aradan korktuğu için yüksek lisans yapıyorsa, bu bir problemdir. Kariyerimiz başında çok çalışmamız gerekiyor.
Son olarak, bir iktisadi idari bilimler fakültesi öğrencisi hangi sektöre yönelmeli?
Ertuğrul Belen: Aslında bunun net bir cevabı yok. Hedefler şöyle yapılıyor; zaman, miktar, finansal kazanç… Hedefleri doğru olmasa bile netleştirmek lazım. Gerçekleşmeyebilir ama en azından yörüngeyi belirlemek gerekiyor. Ben şimdi ilgilendiğim konu bir ilaç firmasında çalışmaksa, ben ilaç sektörünü değil o sektördeki çalışmak istediğim firmayı takip etmeliyim. Sektörü takip etmek kitap okumak gibidir. Biz internete Cv koyduğumuzda kurbanlık koyun gibiyiz, inşallah olur diye bekliyoruz. Bence şu da yapılmalıdır; o firmanın yöneticilerini araştırıp, Cv yazmadan o firmadan biriyle konuşup firmanın tam olarak neyle ilgilendiğini anlayıp ona göre ön yazı yazmak lazımdır. Bu tabi çok kolay bir şey değil ama yapıldıktan sonra başarı oranı yüzde yüz. Kariyeri şansa bırakmamak lazım… Bu arada Networking akademi olarak Xing’in girişimcilik grubunu aldık. Oraya girip sosyal medyayı daha etkin kullanıp, ilgilendiği sektördeki kişilerle nasıl iletişime geçeceğini görebilirler.
Yoğun iş programınız içinde bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

Networking Akademi: www.networkingakademi.com
Asansör Cümlesi: www.asansorcumlem.com
XING Girişimcilik Grubu: http://bit.ly/girisimcilik

Hazırlayanlar: Melike GÜR, Seda ATICI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder